7 Eylül 2014 Pazar

(Söyleşi) Taha Süren: Yüzmeyi öğrenmek için denize girmelisin...



Geçen yıl Taha Süren’le Fransız Kültür Merkezi’nde tanıştığımızda onun bir film çekeceğini hiç bilmiyordum. O tanışmadan sonra geçen bir yıl içinde tek konuşmamız sinemayla ilgili bir blog yada sosyal medya sayfaları açmak üzerineydi. Sonra bir Twitter hesabı ve bu bloğu açtım. Ama her ikisiyle de ilgilenemedim ve Twitter sayfasının şifresini ona verdim. Filmini sosyal medyadan görünce büyük heyecan yaşadım ve onunla bir söyleşi yapmak istedim. Çanakkale’de olsa ve filmle ilgili yoğunluğu devam etse de beni kırmayıp mailime üç gün içerisinde döndü :)


Söyleşi: Hande Güngör



“Uykusuz Rüya” nasıl ortaya çıktı, biraz bahsedebilir misin?


Son birkaç senedir hikayeler yazıyordum. “Merhem” ismini koyduğum ve bitmek üzere olan bir hikaye kitabım var. Aslında bitti ama daha da geliştiriyorum. Bu kitaba koymadığım başka hikayeler de mevcuttu. Yazmak, yazabilmek çok ulvi ve güzel bir şey. Ancak şöyle bir düşündüm ve üretkenliğimi senaryoda da gösterebileceğimi fark ettim. Ben bir şeye karar verdiğim zaman biraz aceleci davranan bir insanım. Gidip senaryo kitapları falan almadım, hatta senaryoları bile incelemedim doğru dürüst. Ayrımlamalara baktım, genel mantığı kavradım ve başladım yazmaya. Genellikle günlerce haftalarca düşünür ama çok çabuk yazarım. Herkesin çalışma üslubu farklıdır tabi. Bende tam manasıyla bir disiplin olduğunu söyleyemem, hatta gündüzleri hiç yazamam desem yeridir. Sonra işte Uykusuz Rüya’nın ana hatları belirginleşmeye başladı. Konu konuyu açtı ve yaklaşık bir ay içerisinde tamamladım senaryoyu.



“Hikaye” nasıl ortaya çıktı?


Hikaye dediğin şey yazılmıyor, ediniliyor. İki yıl önce komşum evlerine bir boyacı çağırmış. Balkonun dışını boyarken benim balkona da damlatmış. Adamı balkonda gördüm ve bağırdım. Başka bir şeyden ötürü doluydum ve adama patladım. Adam bana döndü ve öylece on saniye kadar baktı, bakıştık. Sonra “gelip silerim” dedi. Cevap vermedim, içeriye girdim. İçim öyle bir yandı ki, bunun burukluğu iki senedir gidiyor bende. Hiç kötü biri değildi, bunu on saniyede anladım. O on saniye bir hikayeydi işte. Onun gözlerinin içini okudum. Açık bir kitap gibiydi yüzü. Yaşadıklarını, ailesini, sanki her şeyini biliyor gibiyim şuan. 

O  kadar muğlak varlıklarız ki, hislerimiz bazen bir iplik kadar inceliyor, bazense bir hayvan gibi duyarsızlaşıyoruz. Onun için ben hiçbir zaman giriş, gelişme sonuç odaklı bir hikaye aramıyorum ve aramayacağım.

Uykusuz Rüya’nın hikayesine gelince, genellikle çevremdeki hikayelerin toplanmasıyla oluştu. Özel birine dayanmıyor, zaten  günümüzde çok büyük bir sorun. "Salih" ve "Ceyda" şehirde sıkılıp kasabaya giderek kafa dağıtmak, ilişkilerini kurtarmak isteyen bir çift değil sadece. Böyle bakarsak, olayı kaçırmış oluruz. Çünkü artık şehir-taşra ayrımı çok azaldı. İnsanlar o kadar çok meta ediniyorlar ve hayatlarımız o kadar karmaşıklaşıyor ki, karşımızdaki insana da meta gözüyle bakar olduk. Bunun dışında, insanın iç derinindeki çalkantılar, varoluşsal sorunlar her zaman olageldi ve sanat var olduğu sürece bunlar anlatılacak. Bu yüzleşmeyi sağladığımız ölçüde kendimizi tanıyacağız. Sanat biraz da bunun için var.


Şimdi de filmin yapım aşamasına gelelim, nasıl çektin? İlk filmin zorlukları nelerdi?


Benim gibi alaylı ve bu işe sıfırdan girişmiş biri için maddi manevi zorluklar vardı elbet. Film işi hiç ucuz bir şey değil. Ben hayatımın birçok kararında olduğu gibi bu iş için de şunu düşündüm: ki bu sözü Derviş Zaim de kullanır, altın kural, yüzmeyi öğrenmek için denize girmelisin…

Ekibi bulmak, oyuncuları bulmak, ekipman temin etmek, ulaşım, koordinasyon, bütün bunlar elbette zor işler. Sıkıntılar yaşadım, ancak bunları aştım. Bütün zorluklara rağmen şuan film bittiğinde diyorum ki, iyi ki bu işe girdim.

Çünkü filmin talihini bilmem ama, kendi maceram için çok faydalı oldu. İleride yapmayı tasarladığım filmler için bana bir kapı oldu bu iş.

Ekibimdeki herkes, o kadar fedakarca çalıştılar ki, onların hakkını da unutmamak gerek. Çok güzel dostluklar kazandım. Yaklaşık yirmi gün boyunca herkes her işi yaptı. Örneğin görüntü yönetmenim Kerem Kurtuluş, ışığı da birlikte kurduk. Yardımcı Yönetmenimiz Merve Açıkgöz, klaket de ondaydı mesela. Çağla Gümüş, hem makyaj hem kostümle ilgilendi. Sesçimiz Cem Metin, sesleri alırken, boom operatörümüz olmadığında boom’u da tuttu. Ben de çok jenaratör taşıdım. Böylesi tam anlamıyla kolektif ve samimi bir işti. Hakeza, Arzu Yanardağ, Ethem Tuncay da büyük emekler verdiler, kendilerine de ayrıca teşekkür ediyorum. Diğer oyuncularımız da öyle.


 Sevdiğin ve etkilendiğin yönetmenler var mı?



Her yiğidin yoğurt yiyişi farklıdır ve böyle olması gerekir. Ancak üslupları, hayatları ve çalışma şekilleriyle bana örnek olmuş insanlar vardır elbette. Örneğin Kieslowski bunlardan biridir. Ben daha çocukken ölmüş, Polonyalı bu yönetmeni, sanki onunla seneler geçirmiş gibi severim. Çünkü ben ruh akrabalığına inanıyorum. Bu, asırlar önce yaşamış biri de olabilir. Yalnız kaldığım, kimsenin olmadığı zamanlar ve gecelerde, benim en büyük dostum Kieslowski’nin,  Tarkovsky’nin  filmleri oldu. Tarkovsky’nin günlüklerini iki defa okudum. Derviş Zaim'in macerası ve sanatı da çok mühimdir. O da yakın bir ruh akrabam. Hepsi sanatları için bedel ödemiş büyük insanlar. Keza, Zeki Demirkubuz da böyledir. Sonra Yavuz Turgul, Metin Erksan, Nuri Bilge... Ben daha bir adım attım, onlar ise yolu bitirmekten de öte bir yol açtılar. Tabi daha birçok değerli insan var ama hepsini sayamayız  herhalde.



Beklentin nedir sinemadan?


Ruhumda ve beynimde çalkalanan hikayeleri, imgeleri, “an”ları bir düzene sokup, bunları göstermek, ifade etmek. İleride beni çok övsünler, şöhret olayım gibi bir kaygım yok, olmayacak da. Sektörün, endüstrinin getireceği böylesi bir şöhrettense,  az ama samimi insanların beni ve işlerimi sevmesini yeğlerim. Üstelik ben herhangi bir iş yapsam ve biri bana “ne güzel yapmışsın” dese ben bundan utanırım. Bunu çok ciddi söylüyorum, gerçekten utanıyorum ve sıkılıyorum. Bazen alçakgönüllülük bile bir kibir ifadesi olabiliyor ama ben kendimi gerçekten biliyorum ve gerçekten utanıyorum.


 Filmin bundan sonraki macerası nasıl olacak?


Kurgusu ve diğer işleri devam ediyor filmin. Kurgu bittikten sonra festivallere gidecek. Festivallerden sonra ise gösterime girecek. Tabi bu demek oluyor ki 2015 sezonuna ancak gösterime girebilir. Olsun, geç olsun güç olmasın. Tüm ekip adına konuşacak olursam bizler bir adım attık gerisi gelecek. Bu daha ilk adımdı.


19 Nisan 2014 Cumartesi

İstanbul Film Festivali'nde Ödüller Sahiplerini Buldu! (TAM LİSTE)




En İyi Film Ödülü’nün sahibi yönetmenliğini Tayfun Pirselimoğlu’nun yaptığı “Ben O Değilim”, En İyi Yönetmen Ödülü’nün sahibi ise bu hafta beyaz perdede seyirciyle buluşan “İtirazım Var” ile Onur Ünlü oldu.
İşte Ödül Alan Filmlerin Listesi
En İyi Film: Ben O Değilim
En İyi Yönetmen: Onur Ünlü, İtirazım Var
En İyi Senaryo: Tayfun Pirselimoğlu, Ben O Değilim
En İyi Kurgu: Reha Erdem, Şarkı Söyleyen Kadınlar
En İyi Müzik: Ben O Değilim, Sesime Gel
En İyi Erkek Oyuncu: Serkan Keskin, İtirazım Var
En İyi Kadın Oyuncu: Vahide Perçin, Ayhan Hanım
En İyi Görüntü Yönetimi: Ahmet Sesigürgil, Silsile 
Onur Ödülü: Marin Karmitz
Ulusal Halk Ödülü: Sesime Gel, Hüseyin Karabey
Uluslararası Halk Ödülü: Tom Çiftlikte, Xavier Dolan
Uluslararası Yarışma Ödülü: Körlük, Eskil Vogt
Uluslararası Yarışma Jüri Özel Ödülü: Taş Bebek
İnsan Hakları Özel Mansiyon Ödülü: Trans X İstanbul
Avrupa Konseyi Ödülü: Eksik Resim
Onat Kutlar Jüri Özel ÖdülüKazım Öz, Bir Varmış Bir Yokmuş
Seyfi Teoman En İyi İlk Film: Nergis Hanım, Görkem Şarkan



5 Şubat 2014 Çarşamba

İstanbul Film Festivali'nde Sundance Filmleri




Nisan'da gerçekleştirilecek İstanbul Film Festivali, bağımsızların kalesi Sundance'ten altı filmi programına aldığını duyurdu.

Bağımsız sinemanın kalesi olarak addedilen Sundance Film Festivali’nden altı film, Türkiye prömiyerini İstanbul Film Festivali’nde yapıyor.  ‘Aşk Yazım’ ve ‘Gizemli Kadın ’la tanınan Pawel Pawlikowski’nin son filmi ‘Ida’ filmlerden ilki. Fransız yönetmen Alain Guiraudie’nin Cannes’da ilgi gören ve Eşcinsel Palmiye ile ödüllendirilen gerilim filmi ‘Stranger by the Lake’ ölüm, cinsellik, eşcinsel kültürü ve dostluk kavramlarına sıradışı bir bakış atıyor.  Tala Dergi’nin, dünyanın en saygın belgesel festivallerinden IDFA’nın yıl açılış filmi olarak gösterilen ‘Return to Homs’u, Suriye’nin Homs şehrinden devrimci gençlerin bir portresi. Gregg Araki’nin üç yıl aradan sonra çektiği ilk uzun metrajlı filmi ‘White Bird in A Blizzard’, şimdiden yönetmenin hayranlarını heyecanlandırıyor. 

Adını Güney Amerika kökenli bir zar oyunundan alan ‘Liar’s Dice’, aslen oyuncu Geetu Mohandas’ın yönettiği ilk uzun metrajlı film. Başrolde ünlü Bollywood oyuncusu Nawazuddin Siddiqui var. Noaz Deshe’nin Venedik Film Festivali’nde En İyi İlk Film’e verilen Geleceğin Aslanı ödülüne layık görülen ‘White Shadow’u, Afrika’nın doğusunda albinoların uğradıkları ayrımcılığı ve ölüm tehlikesini konu alıyor. Sundance Film Festivali, 16 - 26 Ocak’ta düzenlenecek.

31 Ocak 2014 Cuma

Kieslowski Hakkında Her Şey




6 - 23 Şubat 2014

İstanbul Modern Sinema, culture.pl işbirliğiyle, “sinemanın şairi” olarak anılan; kendine özgü anlatımı, detaycı üslubu, yalın insan eleştirisi ve ince sinematografisiyle dünya sinemasına çok önemli başyapıtlar kazandırmış Polonyalı sinemacı Krzysztof Kieślowski’nin Türkiye’de bugüne kadar yapılmış en geniş retrospektifini sunuyor. 
48 filmlik bu program, yönetmenin 70'ler Polonyası'nda sosyal gerçeklikleri aktardığı belgesel kariyerinden, Polonya Televizyonu için çektiği ve On Emir’i temsil eden film serisi “Dekalog”a uzanıyor. Fransız bayrağının simgelediği üç kavram özgürlük, eşitlik ve kardeşlik üzerine yaptığı “Üç Renk” üçlemesiyle uluslararası üne kavuşan bu kuvvetli öykü anlatıcısı, Ingmar Bergman ve Andrey Tarkovski ile birlikte Avrupa’nın auteur sinemasının nirengi noktalarından. Yönetmenin filmografisi haricinde, Halen Yaşıyorisimli belgesel de Kieślowski’nin sanat yaşamını anlatıyor.

SÖYLEŞİ
6 Şubat Perşembe, 19.30
“Kieślowski Hakkında Her Şey” programında film gösterimlerinin yanı sıra Kieślowski sineması üzerine bir söyleşi de gerçekleşecek. Söyleşiye yönetmenle birçok filminde çalışmış görüntü yönetmeni Jacek Petrycki, Kieślowski’nin kızı Marta Hryniak ve yönetmenin sineması üzerine kitaplar yayınlamış “Kieślowski uzmanı” gazeteci-yazar Alain Martin katılacaklar. 

KISALAR

TRAMVAY (TRAMWAJ), 1966
Polonya, DVD, Siyah-Beyaz, 6’, Sessiz Film
Oyuncular: Maria Janiec, Jerzy Braszka
Utangaç bir oğlan tramvayda bir kızla bakışmaya başlar, ancak kızla mutlaka tanışması gerektiğini tam da tramvaydan indiği anda fark eder. Kieslowski’nin bu ilk kısası onun gerçeklik ve rastlantılara olan ilgisinin ipuçlarını taşıması açısından önemlidir.

DEVLET DAİRESİ (URZAD), 1966
Polonya, DVD, Siyah-Beyaz, 6’, Lehçe
Bir devlet dairesinin penceresinden bürokrasideki anlamsızlığı gözlemleyen bir belgesel denemesi.

İSTEK PARÇA (KONCERT ZYCZEN), 1967
Polonya, DVD, Siyah-Beyaz, 17’, Lehçe
Oyuncular: Ryszard Dembinski, Jerzy Fedorowicz, Ewa Konarska
Yönetmenin bu öğrenci filmi, motorsikletli bir genç çiftin kamp alanında geçen günlerini anlatıyor. 60’lar dönemindeki alt kültürlere dair bir gözlem.
LODZ ŞEHRİNDEN... (Z MİASTA LODZI), 1968
Polonya, DVD, Siyah-Beyaz, 16’37”, Lehçe
Kieślowski’nin bu yaratıcı mezuniyet filmi, önce tekstil endüstrisinin sonra da komünizmin hakim olmasıyla çehresi değişen Lodz şehrinin bir portresidir.

FOTOĞRAF (ZDJECIE), 1968
Polonya, DVD, Siyah-Beyaz, 32’, Lehçe
Ellerinde tüfek tutan, asker şapkası giymiş iki çocuğun eski bir fotoğrafını görürüz. Film, artık yetişkin olan bu iki adamı bulup belgeleme hikayesidir.

FABRİKA (FABRYKA), 1971
Polonya, DVD, Siyah-Beyaz, 17’, Lehçe
Ursus’ta artık üretim kotasını karşılayamayan bir traktör fabrikası… Yazışmalar, lisanslar için başvurular, toplantılar yapılır ancak bürokrasinin kısır döngüsü dışına bir türlü çıkılamaz. Sosyalist bir ekonomide endüstri girişiminin nasıl işleyemediğine dair acı bir gözlem.

BEN ASKERDİM (BYLEM ZOLNIERZEM), 1971
Polonya, DVD, Siyah-Beyaz, 16’, Lehçe
İkinci Dünya Savaşı sırasında askerliğini yaparken görme yeteneğini yitirmiş insanlar üzerine bir belgesel.

1971 İŞÇİLERİ: BİZ OLMAZSAK HİÇBİR ŞEY OLMAZ (ROBOTNICY 1971 – NIC O NAS BEZ NAS), 1971
Polonya, DVD, Siyah-Beyaz, 47’, Lehçe
Yönetmenler: Krzysztof Kieślowski, Tomasz Zygadio
1970 Aralık’ında işçilerin öldürüldüğü grevlerden sonra çekilmiş bu film, yönetici kabul edilen sınıfın gazetedeki manşetlerden farklı görüşleri olduğunu gösteriyor.

RALLİDEN ÖNCE (PRZED RAJDEM), 1971
Polonya, DVD, Siyah-Beyaz, Renkli, 14’27”, Lehçe
Sürücü Krzysztof Komornicki’nin Monte Carlo rallisine hazırlık sürecini izleyen belgeselde Polonya imalatı Fiat 125’in teknik eksiklikleri, yarışı bitirememesi üzerinden ülkenin ekonomik durumuna alegorik bir bakış.

İNZİVA (REFREN), 1972
Polonya, DVD, Siyah-Beyaz, 10’, Lehçe
Cenaze işlerinin, yas ve duyguların rakam ve formlara dönüştüğü paranoyak bir bürokrasi üzerine çekilmiş bir belgesel.

BİR BAKIR MADENİNDEKİ EMNİYET VE HİJYEN İLKELERİ (PODSTAWY BHP W KOPALNI MIEDZI), 1972
Polonya, DVD, Renkli, 20’, Lehçe
Lubin bakır madenindeki güvenlik ve hijyen koşullarını konu alan bir belgesel.

WROCLAW İLE ZIELONA GORA ARASINDA (MIEDZY WROCLAWIEM A ZIELONA GORA), 1972
Polonya, DVD, Renkli, 10’, Lehçe
Kieslowski için işçilerin hayatı önemli bir konuydu. Lubin bakır madenlerine odaklanan bu belgeselin maden işçilerinin umutları hakkında söyleyecek bir sözü var.

TUĞLACI (MURARZ), 1973
Polonya, DVD, Renkli, 17’, Lehçe
Film, Stalin döneminde parti tarafından örnek işçi kabul edilen bir duvar ustasının komünist amaçlara hizmet etmesi için teşvik edilme hikayesini anlatıyor.

YERALTI GEÇİDİ (PRZEJSCIE PODZIEMNE), 1974
Polonya, DVD, Siyah Beyaz, 28’48”, Lehçe
Oyuncular: Teresa Budzisz-Krzyza, Anna Jaraczowna, Zygmunt Maciejewski
El kamerası, kurgu ve anlatımıyla belgesel tarzında çekilmiş bu öykü, evli yaşadığı küçük kasabayı terk ederek Varşova’ya yerleşen bir kadınla, onu geri almak üzere peşinden gelen kocasını anlatıyor.

İLK AŞK (PIERWSZA MILOSC), 1974
Polonya, DVD, Renkli, 52’09”, Lehçe
Yarı belgesel, yarı kurmaca olan film, evli olmayan genç bir çiftin öyküsü üzerinden Polonya gençlerinin güncel sorunlarına değiniyor.

RÖNTGEN (PRZESWIETLENIE), 1974
Polonya, DVD, Renkli, 13’, Lehçe
Tüberküloz hastalarının korkularını,normal bir hayata dönme isteklerini vepsikolojilerini tahlil eden bir belgesel.

ÖZGEÇMİŞ (ZYCIORYS), 1975
Polonya, DVD, Siyah-Beyaz, 45’, Lehçe
Parti denetleme komitesi, partiden atılmakla tehdit edilen bir üyesi hakkında tahkikat yapmaktadır. Parti denetleme komitesi gerçek iken, suçlanan kişinin hayat öyküsü uydurmadır.

KLAKET (KLAPS), 1976
Polonya, DVD, Renkli, 6’, Lehçe
Kieślowski’nin ilk uzun metraj filmiİz’eait kullanılmamış sahnelerden oluşan bir derleme…

HASTANE (SZPITAL), 1977
Polonya, DVD, Siyah-Beyaz, 11’, Lehçe
Belgeselde, 32 saatlik vardiyayla çalışan ortopedi doktorlarının elektriklerin sürekli kesilmesine, malzeme ekskliğine rağmen azimle çalışmaları anlatılıyor.

GECE BEKÇİSİNİN GÖZÜNDEN (Z PUNKTU WIDZENIA NOCNEGO PORTIERA), 1979
Polonya, DVD Renkli, 15’45”, Lehçe
Katı bir disiplinden yana olan, kuralların insanlardan daha önemli olduğuna inanan bir fabrika bekçisinin portresi.

FARKLI YAŞLARDAN YEDİ KADIN (SIEDEM KOBIET W RóZNYM WIEKU), 1979
Polonya, DVD, Siyah-Beyaz, 15’15”, Lehçe
Film, haftanın her gününde klasik dans provası yapan, 7’den 77’ye bir grup balerinin anlarını takip ediyor.

KONUŞAN KAFALAR (GADAJACE GLOWY), 1980
Polonya, DVD, Siyah-Beyaz, 15’, Lehçe
Çocuktan yaşlıya, 79 Polonyalı üç soruya cevap verir: “Ne zaman doğdunuz?”, “Nesiniz?” ve “En çok ne istersiniz?”...

TREN İSTASYONU (DWORZEC), 1980
Polonya, DVD, Siyah-Beyaz, 12’, Lehçe
Varşova tren istasyonu… Bazıları uyuyakalmış, bazıları birilerini bekliyor. Bu filmi için Kieślowski, “bir şeyler arayan insanlar hakkında” diyor..

UZUNLAR
PERSONEL (PERSONNEL), 1976
Polonya, DVD, Renkli, 67’, Lehçe
Oyuncular: Juliusz Machulski, Michal Tarkowski
19 yaşında genç bir adam olan Romek bir tiyatro kumpanyasında terzi olarak çalışmak için Varşova’ya gelir. Ama sahne arkasındaki gerçeklikle karşılaşınca hayalleri birbiri ardına yıkılmaya başlar.

İZ (BLIZNA), 1976
Polonya, Blu-ray, Renkli, 102’, Lehçe
Oyuncular: Franciszek Pieczka, Mariusz Dmochowski, Jerzy Stuhr
Kieślowski’nin ilk uzun metrajı olan bu film, bir kasabaya kurulan fabrikanın beraberinde getirdiği sorunları, fabrikanın müdürü üzerinden anlatıyor.

HUZUR (SPOKóJ), 1976
Polonya, DVD, Renkli, 82’03”, Lehçe
Oyuncular: Jerzy Stuhr, Izabella Olszewska, Jerzy Trela
Antek Gralak hapisten yeni çıkmıştır. Yaşadığı kasabayı terk edip Silezya’daki bir inşaatta çalışmaya başlar. Antek’in hayattan istedikleri son derece basittir: İş, yatacak bir yer, yemek, bir eş, televizyon ve huzur. Ne var ki, iş yerindeki çelişkiler kaçınılmaz bir hâl alır.

AMATÖR (AMATOR), 1979
Polonya, Blu-ray, Renkli, 108’, Lehçe
Oyuncular: Jerzy Stuhr, Malgorzata Zabkowska, Ewa Pokas
Amatör, doğmak üzere olan çocuğunu filme çekmek isteyen Filip’in 8mm bir kamera satın almasıyla başlar. Giderek kamerasına bağlanan Filip, kasabadaki tek kameranın sahibi olarak yerel partinin resmi kameramanı ilan edilir. İlk belgesellerini çekmeye başladığında ise bu takıntısı onu ailesinde sorunlara ve felsefi çıkmazlara itecektir.

KISA BİR İŞ GÜNÜ (KRóTKI DZIEN PRACY), 1981
Polonya, DVD, Renkli, 73’, Lehçe
Oyuncular: Tadeusz Bartosik, Zbigniew Bielski, Leon Charewicz
1976 yılında Radom’da toplumsal çalkantılar vardır. Film, Varşova’nın 100 kilometre dışındaki bu kasabada çalışan Komünist Parti sekreterinin dünyası etrafında gelişen eleştirel bir öykü anlatıyor.

SONU YOK (BEZ KONCA), 1985
Polonya, Blu-ray, Renkli, 86’, Lehçe, İngilizce
Oyuncular: Grazyna Szapolowska, Maria Pakulnis, Aleksander Bardini
Avukatların meslek ahlaklarına ağır bir eleştiri getiren Sonu Yok, avukat kocası vefat eden bir kadının başına gelenleri anlatıyor. Politik olaylarda aktivistleri savunan bu avukatın ruhu kadını yalnız bırakmaz. Öyle ki, kaybettiği kocasına duyduğu özlem bir noktadan sonra fazla gelecektir. Film kadının kişisel deneyimleriyle genç bir işçinin siyasi duruşmasını aynı anda, paralel aktarır.

KÖR TALİH (PRZYPADEK), 1981- 1987
Polonya, Blu-ray, Renkli, 118’, Lehçe
Oyuncular: Boguslaw Linda, Tadeusz Lomnicki, Zbigniew Zapasiewicz
Genç bir adam olan Witek’in üç farklı hikayesi art arda akar. Her bir öyküde kahramanımız bir tren bileti alır ve trenin ardından koşar. İlk versiyonda trene biner, idealist bir komünist ile tanışır, sonunda kendisi de parti için çalışmaya başlar. İkincisinde tren peronunda kavgaya tutuşur, tutuklanır, mahkemeye çıkartılır ve muhalefet tarafına geçer. Üçüncü öyküde ise treni yakalayamaz ve istasyonda bir kadınla tanışır, aşık olur ve normal bir yaşam sürer. Polonya gerçekliğini yansıtan bu üç önerme, yine tesadüf-zorunluluk ilişkisini sorgulayan Üç Renk üçlemesini de muştular. Kör Talih, 1998 yılındaki Rastlantının Böylesi (Sliding Doors) filminin de esin kaynağı olarak yeniden gündeme gelmişti.

ÖLDÜRME ÜZERİNE BİR FİLM (KRóTKI FILM O ZABIJANIU), 1988
Polonya, Blu-ray, Renkli, 85’, Lehçe
Oyuncular: Miroslaw Baka, Krzysztof Globisz, Jan Tesarz
Dekalog 5’in uzatılmış sinema versiyonu olan bu film, Cannes Film Festivali’ndeki Jüri Ödülü dahil olmak üzere pek çok ödüle layık görülmüştür. Rahatsız bir genç adamın bir taksi şoförünü öldürmesiyle başlayan hikayede suçlu, devlet mahkemesine çıkartılır ve dealist bir avukat tarafından savunulsa da idam cezasına çarptırılır. Kışkırtıcı öyküsü, asap bozucu detaylarla resmedilmiş idam sahnesiyle film aynı zamanda, yönetmenin idama karşı bir protestosudur.

AŞK ÜZERİNE BİR FİLM (KRóTKI FILM O MILOSCI), 1988
Polonya, Blu-ray, Renkli, 86’, Portekizce, Lehçe
Oyuncular: Grazyna Szapolowska, Olaf Lubaszenko, Stefania Iwinska
Aşkın tanımına dair çarpıcı bir öykü olan Dekalog 6’nın sinema versiyonu. Postanede çalışan 19 yaşındaki Tomek, yalnız yaşamını doldurmak için karşı komşusu Magda’yı dürbünle gözetler. Otuzlarında bir sanatçı olan Magda’nın evine giren çıkan erkeklerin sayısı çoktur. Toy Tomek’in merakı, bir süre sonra sapkın bir cazibeye dönüşür. Sonunda bir araya gelen bu iki karakter, önceden bilmedikleri çok daha fazla ortaklıkları olduğunu fark eder.

DEKALOG (1989-1990)
TV için çekilmiş ve On Emir'in bağımsız bir uyarlaması olan Dekalog filmleri günümüz toplumlarınıngizliden gizliye barındırdığı ahlaki kavgaları anlamak için geçerliliğini halen sürdürüyor. Sıradan Varşova insanlarının hayatlarındaki günah tezahürlerinin getirdiği çelişkileri gösteren, 10 bölümlük ve her biri altmış dakika  süren Dekalog serisi, yönetmenin son projesi olan Üç Renk filmlerini, hem ruh hem de sinema dili olarak etkiledi.

DEKALOG 1 (DEKALOG, JEDEN), 1989
Polonya, DVD, Renkli, 53’, Lehçe
Oyuncular: Henryk Baranowski, Wojciech Klata, Maja Komorowska
“Senin Tanrın benim, benden başka Tanrın yoktur.” Krzysztof bilgisayarına, veri hesaplarına körü körüne inanan genç bir bilim adamıdır. 10 yaşındaki oğlu Pawel, babasının Noel’de hediye ettiği buz patenleriyle hayatından memnundur; çünkü bilgisayar, buzlanmış gölün patenle karşıya geçilebilecek derecede güvenli olduğunu hesaplar.

DEKALOG 2 (DEKALOG, DWA), 1990
Polonya, DVD, Renkli, 57’, Lehçe
Oyuncular: Krystyna Janda, Aleksander Bardini, Olgierd Lukaszewicz
“Tanrı’nın ismini boş yere ağzına almayacaksın.” Kocası ağır hasta ve muhtemelen de ölecek olan bir kadın, aynı zamanda başka bir adamdan hamiledir. Bir taraftan kocası ölecek olursa çocuğunu korumak isterken, diğer taraftan ise doktorun onun hakkında dürüst bir karar vermesini ister. Doktoru zor bir karar bekler, çünkü vereceği cevap başka bir insanın ölümünü ya da yaşamını doğrudan etkileyecektir. Acaba Tanrı’yı oynamaya hakkı var mıdır?

DEKALOG 3 (DEKALOG, TRZY), 1990
Polonya, DVD, Renkli, 55’, Lehçe
Oyuncular: Daniel Olbrychski, Maria Pakulnis, Joanna Szczepkowska
“Altı gün çalışacaksın, bir gün dinleneceksin.” Janusz bir taksi şoförüdür ve üç yıl önce karısını Ewa ile aldatmıştır. Noel gecesinde Janusz, aile bireylerine hediyeler vermeyi planlar. Ewa’nın ise kocası kayıptır ve bulma konusunda Janusz’dan yardım ister. Acaba Janusz bu kutsal günde evde mi kalmalı yoksa Ewa’ya yardım mı etmelidir?

DEKALOG 4 (DEKALOG, CZTERY), 1990
Polonya, DVD, Renkli, 56’, Lehçe
Oyuncular: Adrianna Biedrzynska, Janusz Gajos, Artur Barcis
“Anne ve babana saygılı davranacaksın.” Anka, oyunculuk eğitimi alan, babasıyla birlikte yaşayan genç bir kadındır. Annesini kendi doğumundan hemen sonra kaybetmiştir. İyi bir arkadaş olduğu babası sık sık iş seyahatleri için şehir dışına çıkar. Yine onun olmadığı bir gün, çalışma masasında “ben öldükten sonra aç!” notlu bir zarf bulur ve babası ile ilgili yeni gerçekler öğrenir.

DEKALOG 5 (DEKALOG, PIEC), 1990
Polonya, DVD, Renkli, 57’, Lehçe
Oyuncular: Miroslaw Baka, Krzysztof Globisz, Jan Tesarz
“Öldürmeyeceksin.” Cinayetin vahşetine odaklanan bu bölüm, hem bir taksi şoförünün nedensiz öldürülmesine, hem de faile karşı yürütülen idam cezasına dair uzlaşmaz bir portre sunuyor. Film, yasal veya değil, cinayetin acımasızlığını önemsiyor, eşit biçimde yargılıyor, ahlaki öğretiyi etkin bir biçimde sorgulamaya itiyor. Bu bölüm Polonya'da o kadar etkili olmuştu ki, infazların beş yıl ertelenmesi kararı alınmıştı.

DEKALOG 6 (DEKALOG, SZESC), 1990
Polonya, DVD, Renkli, 58’, Lehçe
Oyuncular: Olaf Lubaszenko, Grazyna Szapolowska, Piotr Machalica
“Zina yapmayacaksın, eşini aldatmayacaksın.” Aşk Üzerine Kısa Bir Film’e dönüştürülen bu bölümde 19 yaşındaki utangaç Tomek karşı komşusu Magda’yı dürbünle gözler. Magda evine girip çıkan aşıklarını perdesi açık odasında eğlendiredursun, çok yakında Tomek onu izlemekle yetinmeyecek, evini ziyaret edecektir.   

DEKALOG 7 (DEKALOG, SIEDEM), 1990
Polonya, DVD, Renkli, 55’, Lehçe
Oyuncular: Anna Polony, Maja Barelkowska, Wladyslaw Kowalski
“Çalmayacaksın.” Altı yaşındaki Anya, annesi Majka ve anneannesi Ewa arasındaki bir kavganın ortasındadır. Majka 16 yaşındayken genç bir edebiyat öğretmenine aşık olmuş ve ondan hamile kalmıştır. O sırada okulun müdiresi olan annesi, bu skandalı önlemek için Anya’nın bakımını üstlenmiş, onu kendi kızı olarak nüfusa kaydettirmiştir. Anya'nın gerçek annesi olduğu gerçeğini de çocuktan gizlemişlerdir. Yıllar sonra bu durum, Majka'nın üzerinde bir yıkım etkisi yaratmaya başlar.  Kadın,bir gün Anya'yı kaçırarak Kanada'ya göç etmeyi planlar.

DEKALOG 8 (DEKALOG, OSIEM), 1990
Polonya, DVD, Renkli, 54’, Lehçe
Oyuncular: Maria Koscialkowska, Teresa Marczewska, Artur Barcis  
“Yalan yere şahitlik yapmayacaksın.” Zofia, üniversitede etik dersleri veren, değerli ve bilge bir profesör kadındır. Ancak Polonya kökenli Amerikalı bir kadın olan Elzbieta’nın derslerine girmeye başlamasıyla kendi geçmişiyle yüzleşmek durumunda kalır. Sınıfta konuşulan “hangi koşulda olursa olsun, bir çocuğun yaşamı her şeyden önemlidir” tezi üzerine Elzbieta, Polonya'daki soykırım zamanı gestaponun elinden kaçabilmek için Zofia’nın evine sığınan 6 yaşındaki çocuk olduğunu söyler. Zofia ve eşi o zaman yalancı şahitlik yapmama adına
kendisini kabul etmemiştir.

DEKALOG 9 (DEKALOG, DZIEWIEC), 1990
Polonya, DVD, Renkli, 58’, Lehçe
Oyuncular: Ewa Blaszczyk, Piotr Machalica, Artur Barcis
“Komşunun karısına göz dikmeyeceksin.” İktidarsız koca Roman’ın, karısı Hanka’nın sadakatine inanmak için verdiği büyük mücadeleyi izleriz. Roman, hastalığının kalıcı olduğunu öğrenince karısının onu aldatacağından emin olur. Bir gün onu başka bir adamın kollarında görüp de yakalayınca karısıyla aşkları bir daha yeşerir. İlişkilerini toparlamaları için Hanka’nın bir tatile gitmesi gerektiğine karar verirler. Modern karı-koca ilişkilerine derinden bakan film, sevgi ve bağlılığın sınırlarını sorgular.

DEKALOG 10 (DEKALOG, DZIESIEC), 1990
Polonya, DVD, Renkli, 57’, Lehçe
Oyuncular: Jerzy Stuhr, Zbigniew Zamachowski, Henryk Bista
“Komşunun malına göz dikmeyeceksin.” İki erkek kardeş, babalarının ölümü üzerine miras kalan bir pul koleksiyonu için yeniden bir araya gelir. Başta ilgilenmedikleri koleksiyonun çok değerli olduğunu keşfeden ikili, Polonya’da eşsiz bir koleksiyonu tamamlamak için gereken tek bir pulun peşine düşer. Onu da eklediklerinde paha biçilmez bir koleksiyon olacaktır. Ancak babalarının evi soyulduğunda, ikisi de ayrı ayrı karakolun yolunu tutar. Dekalog 10, komedi olması dolayısıyla diğer bölümlerden farklıdır.

VéRONIQUE’İN İKİLİ YAŞAMI (LA DOUBLE VIE DE VéRONIQUE), 1991
Fransa, Polonya, Norveç, DCP, Renkli, 98’, Fransızca, Lehçe, İtalyanca
Oyuncular: Irène Jacob, Wladyslaw Kowalski, Haline Gryglaszewska
Ruh ikizliği, mistisizm ve özlem üzerine olan bu şiirsel hikaye, Kieslowski’nin başyapıtlarından. Franza ve Polonya’da birbirinden farklı yaşam süren iki genç kadın vardır: Veronique ve Weronika. Kan bağları yoktur, hiç tanışmamışlardır ama fiziksel olarak aynılardır ve tuhaf bir şekilde de birbirlerinin varlıklarından haberdarlardır. En önemlisi,inanılmaz güzel sesleri ve müzik yetenekleri vardır. Bir diğer aynılıkları da kalplerindeki bozukluktur. Tüm oyuncuların muhteşem olduğu filmin büyüsü, iki karakteri de harika canlandıran ve Cannes’da “En İyi Kadın Oyuncu” ödülünü alan Irène Jacob’tur.

ÜÇ RENK: MAVİ (TROIS COULEURS: BLEU), 1993
Fransa, Polonya, İsviçre, DCP, Renkli, 98’, Fransızca, Romence, Lehçe
Oyuncular: Juliette Binoche, Zbigniew Zamachowski, Julie Delpy
“Üç Renk” üçlemesinin ilki olan filmde Julie, besteci olan kocasını ve kızını bir kazada kaybeder. Julie’nin iki seçeneği vardır: Ya geçmişin gölgeleri ile yaşamak ya da geleceği şekillendirmek üzere yeni bir hayat kurmak. Ancak Juliet’in sürekli duyduğu ve kafasından çıkarmayı bir türlü başaramadığı bir müzik vardır. Kocasının hayatıyla ilgili gerçekler ortaya çıkacak, aynı müzik onu iyileştirerek yeniden yaşama bağlayacaktır.
ÜÇ RENK: BEYAZ (TROIS COULEURS: BLANC), 1994
Fransa, Polonya, İsviçre, DCP, Renkli, 91’, Lehçe, Fransızca, İngilizce, Rusça
Oyuncular: Zbigniew Zamachowski, Julie Delpy, Janusz Gajos
Karol, Paris’te yaşayan Polonyalı bir kuafördür. Evliliklerini cinsel açıdan doyurucu bulmayan karısının boşamasının ardından, kendini Paris sokaklarında meteliksiz ve pasaportsuz bulur. Tam tüm umutları tükendi derken bir arkadaşı onu bir bavulun içinde Varşova’ya kaçırır. Orada Karol eski karısından intikam almak için zengin olmaya karar verir. Ama intikam projesi planladığı gibi gelişmez.

ÜÇ RENK: KIRMIZI (TROIS COULEURS: ROUGE), 1994
Fransa, İsviçre, Polonya, DCP, Renkli, 99’, Fransızca
Oyuncular: Irène Jacob, Jean-Louis Trintignant, Frédérique Feder
Kardeşlik ve kader üzerine ustaca bir yorum olan üçlemenin bu son filmi,  Kieślowski’nin en büyük eseri kabul edilir. Cenevre’de geçen filmde Valentine, emekli ve kendisine oranla oldukça yaşlı bir yargıçla kurduğu ilişkinin akabinde kendi hayatının en büyük fırtınasını yaratır. Bir gün, ihtiyar adamın komşularının telefonlarını dinlemek gibi oldukça tuhaf bir psikolojik sorundan muzdarip olduğunu fark eder. Diğer yarısını arayan insanlara odaklanan Kırmızı, Kieślowski’nin ölmeden önce yönettiği son filmdir.
HALA HAYATTA: KRZYSZTOF KIEśLOWSKI ÜZERİNE BİR FİLM (STILL ALIVE: FILM ABOUT KRZYSZTOF KIEśLOWSKI, 2005)Polonya, DVD, Renkli, 81’, Lehçe
Yönetmen: Maria Zmarz-Koczanowicz
Polonyalı yönetmenin yaşamına ve sanatına dair sunulan bu samimi portre, Kieślowski’yi okul döneminden başlayarak anlatıyor. Yönetmenin kariyerinin başındaki belgesellerden Dekalog’a uzanan 50 filmlik filmografisinden seçilmiş kliplerin; Wim Wenders, Agnieszka Holland, Juliette Binoche gibi arkadaşlarının paylaştığı anılarla birlikte aktığı belgesel, insanı olduğu gibi anlatma çabası üzerine kurulu olan Kieślowski sinemasını da daha iyi anlamamızı sağlıyor.

28 Ocak 2014 Salı

Özlem / Arthur Rimbaud



Özlem

Mavi yaz akşamlarında, özgür, gezeceğim, 
Ayaklarımın altında nemli, serin kırlar; 
Başakları devşirip otları ezeceğim, 
Yıkayıp arıtacak çıplak başımı rüzgar. 


Ne bir söz, ne düşünce, yalnız bitmeyen düş
Ve yüreğimde sevgi; büyük, sonsuz, umutlu,
Çekip gideceğim, çingene gibi, başıboş
Doğada, -bir kadınla birlikte gibi mutlu. 



Şiir: Arthur Rimbaud
Fotoğraf: Semih Kaplanoğlu - BAL

25 Ocak 2014 Cumartesi

Türk Sinemasının İlk Görüntüsü

Yönetmen: Yedek Subay Fuat Uzkınay 

(Rusların Yeşilköy'e diktikleri anıtın yıkılması)


27 Aralık 2013 Cuma

"Başka Sinema" nedir, ne değildir?


Kasım ayının başında tüm sinemaseverleri heyecanlandıran, sinema sektörüne yeni bir soluk getiren çok önemli bir proje hayata geçti: Başka Sinema. Başka Sinema sayesinde artık vizyon şansı bulamayan ya da az sayıda salonda kısa süreli beyazperdeye uğradığı için kaçırdığımız pek çok filmi izlememiz mümkün.
Hepimize derin bir oh çektiren “Başka Sinema”yı proje direktörü İmre Tezel ile konuştuk.
Başka Sinema nasıl bir ihtiyaçtan doğdu? Fikir aşamasından hayata geçtiği güne kadarki süreci biraz anlatır mısınız?
Başka Sinema bir süredir devam etmekte olan, yerli ve yabancı bir takım filmlerin vizyonda yer bulamaması sonucunda ortaya çıktı aslında. Bunun da çeşitli nedenleri var. Son zamanlarda en çok gündeme gelen nedeni ise 35mm’den artık dijital kopyaya dönüş ve bu tip ödüllü ya da daha bağımsız ve sanat filmi diye nitelendirebileceğimiz bazı filmlerin oynayacakları salonlarda -örneğin Beyoğlu Sineması veya Rexx sineması gibi- 35 mm makinası olmasıydı. Sonuçta belli bir dönüşüm gerekiyordu, bu filmlerin vizyona girmesi gerekiyordu, seyirciyle buluşması gerekiyordu. Ve sonunda M3 Film, Kariyo & Ababay Vakfı ile birlikte Başka Sinema oluşumunu hayata geçirdi. Bu proje, fikir aşamasıyla birlikte düşünürsek, yaklaşık 9-10 ay önce oluşmaya başlayan bir proje.
Proje ortaklarınız nasıl yaklaştı? Sinema salonlarını ikna etmekte güçlük yaşadınız mı?
Projeyi ilk başlarda kendi içimizde şekillendirdik. Sinemalara gittiğimizde de karşılıklı konuşarak geliştirdiğimiz bir süreç aslında. Herhangi bir dayatma söz konusu değil. Hep söylediğimiz bir şey var: Başka Sinema esnek bir yapı ve bunun sonucunda da bütün birlikte çalıştığımız kurum kişi ve kuruluş herkesle son derece açık ilişkilerimiz var. Bu projeyi birlikte oluşturuyoruz. Sinema ayağında bizim için önemli olan şey sinemaların da iyiliği için olan bir durum yaratmaktı. Onlara gelir olarak geri dönen festivaller gibi bir takım etkinliklerin önünü kesmedik kesinlikle. Hatta festivaller bizi zaten destekliyorlar. Bu salonlar o festivallere de hâlâ açık. Salonlar daha önce M3 Film’in birlikte çalıştığı salonlardı. O yüzden belirli bir aşamadan sonra mutabakata varıldı.
Başka Sinema’nın teknolojik altyapısından konuşalım istiyorum biraz. Artık sinema salonlarında da 35 mm yerine dijital kopyaların gösterildiği bir döneme giriyoruz. Bu anlamda sunmuş olduğunuz DCP (Dijital Sinema Paketi) teknolojisi salonlara olduğu kadar filmin 35 mm kopyasını çoğaltmakta maddi güçlük yaşayan bağımsız yönetmen ve yapımcılara da ekonomik olarak büyük bir rahatlık sağlayacak. Bunun sinema üretimini niteliksel ve niceliksel anlamda yukarıya taşıyacağını düşünüyor musunuz?  
Şu açıdan düşünüyorum. Birçok yerli yapım 35 mm sorunundan dolayı gerçekten ilk kopyasını oluşturmak konusunda sıkıntı yaşıyor. Çünkü gerçekten çok büyük bir maliyet. Daha fazla özgürlük alanı sağlayacağını inanıyorum bu düşük maliyetlerin. Özellikle de yerli yapımlara. Ve aynı zamanda daha çok salonda vizyona girme konusundaki tereddütler de ortadan kalkacaktır. Sizin de söylediğiniz gibi bu çoğaltma ücreti, yabancı filmler için de gümrük maliyeti gibi birçok maliyetin ortadan kalkması seyirciyle bu filmlerin buluşmasını kolaylaştıracak. Bu da tabii bu filmler için büyük ve yeni bir yaşam alanı.
Bütün bir yıla yayılan ve umut ediyoruz ki yakın gelecekte Türkiye’nin pek çok ilinde aynı anda faaliyet gösterecek olan bir festival Başka Sinema… Dağıtım tekellerinin bağımsız sinemacılara kök söktürdüğü, yurt dışında ödüller almış yerli ve yabancı filmlerin bile vizyona girmekte ciddi sıkıntılar yaşadığı, girse bile çok kısa süre vizyonda kaldığı ve az kişiye ulaştığı bir dönemde sinema sektöründen aldığınız tepkiler nasıl oldu?  
Gerçekten çok büyük bir destekle ilerliyoruz şu anda. İlk bir ay içinde Facebook sayfamızda nitelikli takipçi sayımız 33.000’e ulaştı. Gelen mailler, mesajlar, tweet’ler bizi gerçekten çok yüreklendiriyor. Bunun yanında da yola ilk çıktığımız kurumlar var tabii. Altyazı Dergisi, Sinema Dergisi, Hürriyet Pazar, Hürriyet Keyif, Radikal, Radyo ODTÜ, TV2, kısa film etkinliğini birlikte yaptığımız Fil’m Hafızası gibi… Çok fazla yerle görüştük. Hepsi de kendi topluluğunu oluşturmuş yerler. Hepsinden çok büyük bir destek alıyoruz. Ve şunu söylüyor insanlar, biz de bunu düşünüyorduk, biz de bunu istiyorduk, hep bunu bekliyorduk. Bu kadar büyük bir destek almak gerçekten umut verici çünkü bu yaptığımız iş birazcık da deneysel bir şey. Başka Sinema’yı bir yıl olarak değil, sonu olmayan bir şey olarak planladık.
Festival konusuna gelince de, festivallerden de çok büyük bir destek alıyoruz. Onların alternatifi ya da rakibi asla değiliz. Birlikte çalıştığımız herkesle bu sektörün en iyi olabileceği şekilde bir kurgu üstünde çalışıyoruz.  Asıl amacımız bu iyi filmlerin, seyircilerin istediği filmlerin seyirciye gerçekten ulaşabilmesi, bu filmlere yeterli vizyon süresinin verilebilmesi.
Başka Sinema’yı hayata geçirirken yurt dışındaki benzer sinematek oluşumlarının çalışmalarını da izlediniz mi?
Aslında hiçbir yeri “benchmark” olarak almadık. Başka Sinema’ya tamamen birebir benzeyen bir yer olduğunu da sanmıyorum. Tam bir sinematek de diyemeyiz.. Biz aslında bir yandan Türkiye’deki sinema sektörünün, seyircinin ihtiyacından yola çıktık. Hem sinema salonu, hem dağıtımcı, hem izleyici, hem yapımcı, hem ithalatçı ve aynı zamanda dergi ve gazetelerin, yani bu sektördeki bütün kurum ve kişilerin yararına olacak ve herkesten destek görecek iyi niyetli bir şey yapmak istedik. Amacımız buydu. Ve bunu birçok şehirde yapmak istiyoruz. Şu anda iyi gidiyoruz diye düşünüyorum.
Festival filmleri ya da sanat filmi olarak adlandırılagelen kimi filmlere festivallerde bilet bulmak bazen mümkün olmazken, aynı film ertesi hafta vizyona girdiğinde boş salona oynadığına çok kez şahit olduk. Bu anlamda Başka Sinema’nın vizyona soktuğu filmlere seyircilerin beklediğiniz ilgiyi göstermeyeceğine dair bir endişeniz oldu mu başta? 
Çok doğru, bu söylediğiniz bizim de yılardır çok konuştuğumuz bir şey. Aslında bunun başlamasının sebeplerinden biri de o heyecanın hep devam etmesini istememiz. Festivalde yaratılan bir heyecan var. Ve seyirci görüyor, ben şu filmleri şurada şu zaman görebilirim diyebiliyor, önünde bir takvim var. Önceden bilip ona göre kendini ayarlayabiliyor. Bu filmlerin izleyicisi varsa hep olacaktır. Ama diğer yandan vizyonda bir eksiklik olduğunu, bir hata olduğunu, sektörden kaynaklı bir sorun olduğunu da düşünüyoruz. Zaten bu yüzden bu işe başladık. Ve şöyle bir şey yaptık. Bizim asıl amacımız sinemaların etrafında, Başka Sinema’nın etrafında bir topluluk oluşturmak. Sinemaseverlerde oluşan, daha interaktif, daha esnek, onlarla birlikte şekillendirebileceğimiz bir şey.  İlk olarak seans mantığını değiştirdik. Başka Sinema salonlarına gittiğinizde bir günde en az 3 film izleyebiliyorsunuz. Her bir film en az 4 hafta vizyonda kalıyor. Ve de film takvimi ayın başında izleyicinin elinde oluyor. O ayın programını istediği şekilde yapabiliyor. O kadar çok farklı seansta aynı filmler oynuyor ki bir tanesini yakalıyor muhakkak. Bu hep böyle devam edecek.
Gala gösterimleri, kısa film gösterimleri, seanslardan sonra film ekibiyle sohbetler gibi vizyon salonlarında görmediğimiz alternatif ve seyirciyi de içine alan interaktif etkinlik hedefleriniz var. Geleceğe yönelik proje ve hedeflerinizden bahsedebilir misiniz biraz? Örneğin filmlerini gösterdiğiniz yabancı yönetmenleri ve sinema insanlarını ülkemize davet ederek söyleşi ve atölye çalışmaları yapmayı da düşünüyor musunuz? 
Evet düşünüyoruz. Başka Çarşamba adı altında yapıyoruz bu gösterimleri. Biraz önce de söylediğim gibi… Şu ana kadar Hayat Boyu filmi için bir ön gösterim yaptık. Onun dışında Fil’m Hafızası’nın küratörlüğünde kısa filmler gecesi yaptık. Orada da bir kısa filmden filmin başrol oyuncusunu davet ettik. Geçen hafta da sürpriz film gecesi vardı. Son ana kadar hangi filmin gösterileceğini bilmiyordu izleyici. Hatta kızanlar bile oldu niye söylemiyorsunuz diye. Bir Chaplin filmi gösterdik. Şimdi de belgesel bir film göstereceğiz. Bunlarla başladık. Biz de çok interaktif bir şeyler yapmanın peşindeyiz aslında hep. Dediğim gibi bir kalıbı kırmak, daha esnek bir yapıya ulaşmak ve gerçekten herkesin biraz hava almaya ihtiyacı var bu alanda. O aralıkları sağlamaya çalışıyoruz. İleride sürekli aklımızda olan birçok proje var. Kendi aramızda da değerlendiriyoruz. Önümüzdeki günlerde de zaten bunların bazılarını açıklayacağız. Ama şu da çok önemli bizim için. Önce bir gidişatı görmek ve projenin oturması, bir anda yönetilmesi mümkün olmayan bir şeye adım atmamak. Öncesinde sinemaların da, izleyicinin de bizim de bu gidişata biraz alışmamız gerekiyor. Ama çok kısa zamanda birçok yeni şey olacak.
Sadece alternatif bir seyir platformu olmak değil amacınız, aynı zamanda bir sinema kültürü de oluşturmaya çalışıyorsunuz. Sinema kültürü oluşturmak için şüphesiz geçmişe yönelik birikimleri değerlendirmek de gerekiyor. Bu anlamda dijitalin de avantajlarını kullanarak sinemanın eski ve bulunması zor klasiklerini de Başka Sinema bünyesinde beyazperdede görebilecek miyiz?
Tabii ki… İzleyiciden gelecek tepkilere göre de değişecek ve gelişecek şeyler bütün bunlar. Az önce dediğim gibi geçtiğimiz hafta 1914 yılına ait bir Chaplin filmi gösterdik. 2 bölümü kayıp, restore edilmiş ve o yıldan beri ilk defa tam olarak gösteriliyor. Bu tip şeyler tabii ki yapacağız ama hep bu tip şeyler yapacağız demek değil. Yani sürekli eski klasikleri göstereceğiz anlamına gelmiyor. Bambaşka şeyler de olabilir. Ama tabii ki yapılmamış olanın peşindeyiz biraz ya da unutulmuş olanın. Önemli olan gerçekten sinemaseverlerin ilgisini çekecek bir unsur içermesi.
İstanbul ve Ankara dışındaki illerdeki sinema salonlarından da talepler oldu mu? Önümüzdeki dönemde Başka Sinema’yı başka hangi illerde görebileceğiz?
Biz en baştan itibaren hiçbir şehir ya da hiçbir sinemayı dışında bırakmadan herkesle görüştük ve bu dört sinemayla yola çıktık. Belki de diğer sinemalar biraz önceden bakıp görmek istediler. Çünkü bu ilk defa yapılan bir şey. Belirli bir risk taşıyordu. Ama şu anda birçok yerden talep alıyoruz. Biz de bu süreçte görüşmelerimizi hiç bırakmadık. Yakında bu konuda bir açıklama yapacağız, yeni duyurularımız olacak. En çok da İzmir konusunda soru alıyoruz. İzmir konusunda çok çalışıyoruz. Belki de artık biraz İzmir seyircisinin İzmir’deki sinemalara gidip talepte bulunma vakti geldi. İzmir’de sinemalardan birebir olmasa da daha farklı kurumlardan da talepler geliyor. Onları da değerlendiriyoruz. Ama İzmir’de sabit bir programımızın olmasını en başından beri çok istiyoruz.
Bundan sonraki süreçte öncelikli olarak dijital altyapısı halihazırda olan salonlara mı teklif götüreceksiniz? Yoksa Anadolu’daki muteber ama altyapısı olmayan salonlara dijital altyapı kurma teklifi getirerek onları Başka Sinema’ya kazandırma gibi düşünceniz de var mı?
Her ikisi de. Bizim asıl amacımız bizim bu filmleri mümkün olduğunca çok sayıda insanla buluşturmak. O yüzden herhangi bir ayrım gözetmiyoruz bu konuda.
Programdaki filmleri belirlerken hangi kriterleri gözetiyorsunuz? Bağımsız yönetmen ve yapımcılardan Başka Sinema programına girebilmek için talepler geliyor mu?
Talepler gelmeye başladı. Değerlendiriyoruz bunları. Kriterler daha önce dediğim gibi, sinemaseverleri işin içine çekecek bir unsur barındırması. Bu filmin yönetmeni olabilir, oyuncuları olabilir, uluslararası film festivallerinde ya da sadece ulusal festivallerde ses getirmiş bir film olabilir, ödüllü filmler olabilir. Şu anda programımıza bakarsak güçlü bir programımız var. Cannes’da Berlin’de ödüller almış filmler gösteriyoruz. Bundan sonra da böyle olacak ama bu demek değildir ki hiç bunun dışına çıkmayacağız. Mesela 29 Kasım’da bir vampir hikâyesi giriyor. Yani aslında işte vampir hikâyesi dersinizi fakat yönetmeni Neil Jordan. O yüzden bu programa uygun olacağını düşündük. Herhangi bir yerde ismini duyurmuş olması gerekmiyor. Mesela Mavi Dalga’yı çok önce izledik, Antalya’dan da önce. Gerçekten Türkiye’de ender olarak değinilen bir konu ve yönetmenlerin ilk yönetmenlik denemeleri. Ama hemen programa dâhil etmek istedik. Çünkü gerçekten bu tip filmler kolay çekilmiyor Türkiye’de. O yüzden hani yönetmen çok iyi olsun, oyuncusu şu olsun, mutlaka ödüllü olsun gibi kriterler değil, daha değişen kriterlerimiz var. Her filmin aslında kendi yolu kendi hikâyesi var. O yüzden hepsinin ayrı ayrı içinden bir şey çıkıyor.
Başka Sinema’nın kısa filmlerle ilgili bir misyonu da olacak mı? Geçtiğimiz hafta gerçekleştirilen kısa film gösterimine ilgi nasıldı? Seyircilerden geri dönüş aldınız mı?
İlgi çok yoğundu. Kısa filmden belki de beklenmeyecek ölçüde. O yüzden çok mutluyuz. Tabi ki seçki de çok önemli. Fil’m Hafızası ile birlikte çalışmış olmaktan da çok mutluyuz o anlamda. Doğru şeyleri yaptık diye düşünüyorum. Söyleşiden sonra İhsan Hala’nın yıldızlaşması da çok güzeldi. Bu da bir sürprizdi aslında.  İzleyicilerden de çok iyi tepkiler aldık. Başka Sinema’nın izleyicisi ya sosyal medyada ya da bize gönderdikleri maillerle kendini bir şekilde ifade ediyor. O yüzden geri bildirim konusunda sıkıntı yaşamıyoruz. Bu da bizim gelişim sürecimizi olumlu etkileyen bir şey. Kısa filmlere devam edeceğiz tabii ki. Ama bu bizim misyonumuzdur diye büyük lafları altına girmeye bence gerek yok. Çünkü misyonumuz bu vizyonumuz şu diyen hantal bir yapı değil Başka Sinema. Daha esnek, kapsayıcı, dışlamayan, önyargısız, yeniliğe açık ve sürekli gelişmekte olan bir şey. Belirli misyonlar edindiğiniz zaman biraz katılaştırıyorsunuz kendinizi. O yüzden hep beraber ne olacaksak olacağız diye düşünüyorum.
Son olarak sizin eklemek istediğiniz başka bir şey var mı?
Aralık filmlerini hatırlatayım o halde. 6 Aralık’ta Yozgat Blues, gene 6 Aralık’ta Saroyan Ülkesi, 20 Aralık’ta Özür Dilerim ve Bir Hurdacının Hayatı, 27 Aralık’ta da Jeune et Jolie (Genç ve Güzel)vizyona girecek. Bunun dışında Aralık ayında yine ön gösterimler ve kısa film gecelerimiz devam edecek. Bütün bunların dışında hem destekçilerimize hem de bu projeyi birlikte oluşturduğumuz Kariyo & Ababay Vakfı’na bir kere daha teşekkür etmek istiyorum.

kaynak: filmhafizasi.com