7 Eylül 2014 Pazar

(Söyleşi) Taha Süren: Yüzmeyi öğrenmek için denize girmelisin...



Geçen yıl Taha Süren’le Fransız Kültür Merkezi’nde tanıştığımızda onun bir film çekeceğini hiç bilmiyordum. O tanışmadan sonra geçen bir yıl içinde tek konuşmamız sinemayla ilgili bir blog yada sosyal medya sayfaları açmak üzerineydi. Sonra bir Twitter hesabı ve bu bloğu açtım. Ama her ikisiyle de ilgilenemedim ve Twitter sayfasının şifresini ona verdim. Filmini sosyal medyadan görünce büyük heyecan yaşadım ve onunla bir söyleşi yapmak istedim. Çanakkale’de olsa ve filmle ilgili yoğunluğu devam etse de beni kırmayıp mailime üç gün içerisinde döndü :)


Söyleşi: Hande Güngör



“Uykusuz Rüya” nasıl ortaya çıktı, biraz bahsedebilir misin?


Son birkaç senedir hikayeler yazıyordum. “Merhem” ismini koyduğum ve bitmek üzere olan bir hikaye kitabım var. Aslında bitti ama daha da geliştiriyorum. Bu kitaba koymadığım başka hikayeler de mevcuttu. Yazmak, yazabilmek çok ulvi ve güzel bir şey. Ancak şöyle bir düşündüm ve üretkenliğimi senaryoda da gösterebileceğimi fark ettim. Ben bir şeye karar verdiğim zaman biraz aceleci davranan bir insanım. Gidip senaryo kitapları falan almadım, hatta senaryoları bile incelemedim doğru dürüst. Ayrımlamalara baktım, genel mantığı kavradım ve başladım yazmaya. Genellikle günlerce haftalarca düşünür ama çok çabuk yazarım. Herkesin çalışma üslubu farklıdır tabi. Bende tam manasıyla bir disiplin olduğunu söyleyemem, hatta gündüzleri hiç yazamam desem yeridir. Sonra işte Uykusuz Rüya’nın ana hatları belirginleşmeye başladı. Konu konuyu açtı ve yaklaşık bir ay içerisinde tamamladım senaryoyu.



“Hikaye” nasıl ortaya çıktı?


Hikaye dediğin şey yazılmıyor, ediniliyor. İki yıl önce komşum evlerine bir boyacı çağırmış. Balkonun dışını boyarken benim balkona da damlatmış. Adamı balkonda gördüm ve bağırdım. Başka bir şeyden ötürü doluydum ve adama patladım. Adam bana döndü ve öylece on saniye kadar baktı, bakıştık. Sonra “gelip silerim” dedi. Cevap vermedim, içeriye girdim. İçim öyle bir yandı ki, bunun burukluğu iki senedir gidiyor bende. Hiç kötü biri değildi, bunu on saniyede anladım. O on saniye bir hikayeydi işte. Onun gözlerinin içini okudum. Açık bir kitap gibiydi yüzü. Yaşadıklarını, ailesini, sanki her şeyini biliyor gibiyim şuan. 

O  kadar muğlak varlıklarız ki, hislerimiz bazen bir iplik kadar inceliyor, bazense bir hayvan gibi duyarsızlaşıyoruz. Onun için ben hiçbir zaman giriş, gelişme sonuç odaklı bir hikaye aramıyorum ve aramayacağım.

Uykusuz Rüya’nın hikayesine gelince, genellikle çevremdeki hikayelerin toplanmasıyla oluştu. Özel birine dayanmıyor, zaten  günümüzde çok büyük bir sorun. "Salih" ve "Ceyda" şehirde sıkılıp kasabaya giderek kafa dağıtmak, ilişkilerini kurtarmak isteyen bir çift değil sadece. Böyle bakarsak, olayı kaçırmış oluruz. Çünkü artık şehir-taşra ayrımı çok azaldı. İnsanlar o kadar çok meta ediniyorlar ve hayatlarımız o kadar karmaşıklaşıyor ki, karşımızdaki insana da meta gözüyle bakar olduk. Bunun dışında, insanın iç derinindeki çalkantılar, varoluşsal sorunlar her zaman olageldi ve sanat var olduğu sürece bunlar anlatılacak. Bu yüzleşmeyi sağladığımız ölçüde kendimizi tanıyacağız. Sanat biraz da bunun için var.


Şimdi de filmin yapım aşamasına gelelim, nasıl çektin? İlk filmin zorlukları nelerdi?


Benim gibi alaylı ve bu işe sıfırdan girişmiş biri için maddi manevi zorluklar vardı elbet. Film işi hiç ucuz bir şey değil. Ben hayatımın birçok kararında olduğu gibi bu iş için de şunu düşündüm: ki bu sözü Derviş Zaim de kullanır, altın kural, yüzmeyi öğrenmek için denize girmelisin…

Ekibi bulmak, oyuncuları bulmak, ekipman temin etmek, ulaşım, koordinasyon, bütün bunlar elbette zor işler. Sıkıntılar yaşadım, ancak bunları aştım. Bütün zorluklara rağmen şuan film bittiğinde diyorum ki, iyi ki bu işe girdim.

Çünkü filmin talihini bilmem ama, kendi maceram için çok faydalı oldu. İleride yapmayı tasarladığım filmler için bana bir kapı oldu bu iş.

Ekibimdeki herkes, o kadar fedakarca çalıştılar ki, onların hakkını da unutmamak gerek. Çok güzel dostluklar kazandım. Yaklaşık yirmi gün boyunca herkes her işi yaptı. Örneğin görüntü yönetmenim Kerem Kurtuluş, ışığı da birlikte kurduk. Yardımcı Yönetmenimiz Merve Açıkgöz, klaket de ondaydı mesela. Çağla Gümüş, hem makyaj hem kostümle ilgilendi. Sesçimiz Cem Metin, sesleri alırken, boom operatörümüz olmadığında boom’u da tuttu. Ben de çok jenaratör taşıdım. Böylesi tam anlamıyla kolektif ve samimi bir işti. Hakeza, Arzu Yanardağ, Ethem Tuncay da büyük emekler verdiler, kendilerine de ayrıca teşekkür ediyorum. Diğer oyuncularımız da öyle.


 Sevdiğin ve etkilendiğin yönetmenler var mı?



Her yiğidin yoğurt yiyişi farklıdır ve böyle olması gerekir. Ancak üslupları, hayatları ve çalışma şekilleriyle bana örnek olmuş insanlar vardır elbette. Örneğin Kieslowski bunlardan biridir. Ben daha çocukken ölmüş, Polonyalı bu yönetmeni, sanki onunla seneler geçirmiş gibi severim. Çünkü ben ruh akrabalığına inanıyorum. Bu, asırlar önce yaşamış biri de olabilir. Yalnız kaldığım, kimsenin olmadığı zamanlar ve gecelerde, benim en büyük dostum Kieslowski’nin,  Tarkovsky’nin  filmleri oldu. Tarkovsky’nin günlüklerini iki defa okudum. Derviş Zaim'in macerası ve sanatı da çok mühimdir. O da yakın bir ruh akrabam. Hepsi sanatları için bedel ödemiş büyük insanlar. Keza, Zeki Demirkubuz da böyledir. Sonra Yavuz Turgul, Metin Erksan, Nuri Bilge... Ben daha bir adım attım, onlar ise yolu bitirmekten de öte bir yol açtılar. Tabi daha birçok değerli insan var ama hepsini sayamayız  herhalde.



Beklentin nedir sinemadan?


Ruhumda ve beynimde çalkalanan hikayeleri, imgeleri, “an”ları bir düzene sokup, bunları göstermek, ifade etmek. İleride beni çok övsünler, şöhret olayım gibi bir kaygım yok, olmayacak da. Sektörün, endüstrinin getireceği böylesi bir şöhrettense,  az ama samimi insanların beni ve işlerimi sevmesini yeğlerim. Üstelik ben herhangi bir iş yapsam ve biri bana “ne güzel yapmışsın” dese ben bundan utanırım. Bunu çok ciddi söylüyorum, gerçekten utanıyorum ve sıkılıyorum. Bazen alçakgönüllülük bile bir kibir ifadesi olabiliyor ama ben kendimi gerçekten biliyorum ve gerçekten utanıyorum.


 Filmin bundan sonraki macerası nasıl olacak?


Kurgusu ve diğer işleri devam ediyor filmin. Kurgu bittikten sonra festivallere gidecek. Festivallerden sonra ise gösterime girecek. Tabi bu demek oluyor ki 2015 sezonuna ancak gösterime girebilir. Olsun, geç olsun güç olmasın. Tüm ekip adına konuşacak olursam bizler bir adım attık gerisi gelecek. Bu daha ilk adımdı.